Kapitalizm,
Vahşi Kapitalizm, Küreselleşme (Globalizm), Rant Ekonomisi Ve İnsan Hakları Kavramları Üzerine
Kapitalizm 16-19. Yüzyıllar arasında Avrupa’da feodalizmin
sona ermesiyle birlikte kurumsallaşmış ve tüm dünyaya yayılmıştır.
Kapitalizmin muhtelif tanımlarına bakacak olursak; başını Adam Smith’in çektiği Merkantilistlere
göre kapitalizm “kendi kendine işleyen
bir piyasada bireysel yararı temin etme güdüsü toplumsal yararı sağlamaya da
hizmet eder…..piyasa en adil hakemdir, işleyişi ve düzeni herhangi bir şekilde
sınırlanmamalıdır ”, Karl Marks’a göre kapitalizm
“işçinin ürettiği metanın sarf ettiği emeğin değerinden fazlasına satılması ile
elde edilen karın (artı değerin) sermayeye dönüştüğü ve zaman içerisinde işçinin de
metalaştığı ve üretenin sermayesi haline
geldiği” bir sistemdir, Weber’e göre kapitalizm ise “üretimde üretkenliği ve verimliliği sağlayarak
rasyonel bir üretim modeli yaratmaktır”.
Kapitalizmin yeknesak bir tanımı olmadığı gibi uygulamaları
da farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Batı Avrupa (Burjuva) Demokrasilerinde sermaye ve işçi
sınıfları arasındaki ilişkiler zaman içerisinde kurumsallaşmıştır. Sermayenin
karşısında örgütlenmiş çok güçlü işçi sendikaları vardır, öyle ki işçi
sendikaları İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerde işçi
partilerinin (kimi ülkelerde sosyal demokrat parti ya da sosyalist partilerin) kurucu
unsurlarıdır, işçi partilerini kuran sendikalara üye olan işçiler kaynakta
kesinti yöntemiyle (check-off sistemi) maaşlarından belirli bir miktarın her ay
işçi partisine ödenmek üzere kesilmesine müsaade ederler.
Bugün Batı Avrupa (burjuva) demokrasilerinde muhafazakar
partilerin karşısında gerek işçi sınıfının hakları gerekse temel insan hakları
düzleminde dişe diş mücadele eden işçi partilerinin gücü dayandıkları işçi
sınıfından ve onların ekonomik katkılarından kaynaklanmaktadır.
Türkiye’ye gelecek olursak; Cumhuriyet döneminde çıkartılan Anayasaların hepsinde (1982 Anayasası dahil) işçi sendikalarının
herhangi bir siyasi parti ile organik
bağ kurmasına izin verilmemiştir. Bu yüzdendir ki Türkiye’de Batı Avrupa
Demokrasilerinde olduğu gibi sermaye sınıfının karşısında işçi sınıfı ve işçi sendikaları ile kenetlenmiş, gücünü
işçilerden alan, işçi sendikalarının
kurduğu ve desteklediği işçi partileri gelişememiştir. Bu itibarla; Türkiye’de herhangi bir siyasi partinin kendisini işçi
partisi, sosyal demokrat parti ya da sosyalist parti olarak tanımlaması pek anlamlı değildir.
Vahşi kapitalizm ise burjuva demokrasilerinin tüm kurum ve
kurallarıyla gelişemediği (Türkiye gibi) ülkelerde yaygın olan bir sistemdir.
Sermaye ezici üstünlüğe sahiptir, herhangi bir kural ve kurum ile kendisini bağlı hissetmez, gücünün sınırlanmasını
istemez, amacı -her ne bahasına olursa olsun- karını artırmaktır. Bu
bağlamda burjuva demokrasilerinde yasak olan kayıt dışı istihdam, çocuk ve
kadınların ağır işlerde çalıştırılması yasağı, iş güvenliği önlemlerinin ve
işçilerin haklarının uluslararası standartlarda sağlanması, ağır, tehlikeli ve insanlık
dışı çalışma koşullarında istihdamın önlenmesi, örgütlenme ve toplu sözleşme
özgürlüklerinin sınırlanmaması ve etkin kullanımının sağlanması gibi konularda işçi lehine düzenlemelere karşıdırlar, elde ettikleri
kardan bir nebze dahi fedakarlıkta bulunmak istemezler.
Küreselleşme (Globalizm) kavramının ele alacak olursak; ekonomi-politik açıdan kapitalizmin ulaştığı
nihai uluslararası boyuttur
(küreselleşme tanımının sosyolojik, kültürel ve ekolojik boyutları
hakkındaki tartışmalara değinmeyeceğim).
Küreselleşme yanlılarının gözünde tüm dünya tek pazardır, sermayenin ve
malların serbest dolaşımı sağlanarak üretilen metaların en hızlı ve en yüksek
değerden satılması amaçlanır. Güçlü olan sermaye gurupları daha da güçlenir,
küresel marka haline gelir ve faaliyet gösterdikleri alanlarda her türlü kararın
alınmasında tek belirleyici konumuna
erişirler. Örneğin ilaç sanayi dünya genelinde birkaç büyük dev topluluk
tarafından dizayn edilir, üretim standartların belirlenmesinde, ilacın
tanıtımında, dağıtım ve pazarlanmasında,
fiyatının tespitinde tek belirleyicidirler. Kendi belirledikleri kurallara
uygun hareket edilmediğinde muhatabına satış yapmazlar. Tekel, kartel ya da tröst konumundadırlar.
Rant ekonomisi kavramına gelince; bu kavram son birkaç yıl
içerisinde belleklerimize yer etti ve şehirlerimizde
yaşanan hızlı yapılaşma ile sıkça duyar olduk. Rant ekonomisi kavramının Türkçe
meali “havadan (çalışmadan) para kazanmaktır” . Rant ekonomisinin
aktörleri siyasi ve idari erki elde
tutanlar ve sermayedarlardır. Birlikte hareket ederler ve ürettikleri metaların değerlerini yapay (spekülatif) olarak şişirirler ve yaratılan
fiktif (varsayımsal) değeri paylaşırlar.
Bu düzene yeni mafya düzeni demek
sanırım abartı olmaz.
“İnsan Hakları”nın kavram olarak tarihsel süreç içerindeki
evrimine değinmeyeceğim, anlamı “sadece
ve sadece insan olmaktan ötürü ırk, dil, din, renk , cinsiyet, siyasi ve dini
inanç ayırımı gözetmeksizin herkesin sahip olması gerektiği, uluslarüstü (İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi), uluslararası ve ulusal
metinlerde düzenlenmiş, başta yaşama
hakkı ve ifade özgürlüğü olmak üzere,
sağlık, eğitim, barınma, yiyecek temin edebilme, mülkiyet, adil yargılanma ve
savunma gibi temel haklardır”.
İnsan haklarının geleceğine yönelik bir değerlendirmede bulunacak olursak; “insan
hakları” kavramı, insani yaşam endeksi yüksek, batı demokrasilerinde (coğrafi
olarak kendi sınırları içerisinde) yaşamaya ve gelişmeye devam edecektir, küreselleşmenin esiri olmuş, vahşi
kapitalizmin ve rant ekonomisinin hüküm sürdüğü, diğer bir ifadeyle “yeni mafya düzeni”nin hakim
olduğu ülkelerde ise örselenecek, zaman zaman askıya alınacak ve hak ihlalleri artacaktır. Siyasi ve idari erk hak ihlalleri karşısında sorumlularının araştırılması ve
cezalandırılması noktasında eylemsiz (pasif) kalacak ve olanı-biteni
unutturmaya çalışacaktır. Üzerimize
düşen görev hak ihlalleri karşısında susmamak, hukuki zeminde mücadele etmektir.
Fatih
Selim Yurdakul