7 Eylül 2015 Pazartesi

Göçe Zorlanma Olgusu ve Yaşam Hakkı Üzerine



Göçe Zorlanma Olgusu ve Yaşam Hakkı Üzerine

Göçe zorlanma olgusu neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Yaşanan doğal afetler, kıtlıklar ve savaşlar nedeniyle insanlar doğdukları, büyüdükleri, kültürel değerlerini aldıkları yerleri (habitatlarını,doğal yaşam alanlarını),  yurtlarını terk etmek zorunda kalmakta. Bu bağlamda Anadolu toprakları,  binlerce yıldır sürekli göçten nasibini almakta ve göçe zorlanan insanları her zaman bağrına basmakta. “Tanrı misafiri” adı altında kabul görmüş geleneğimiz buradan gelmekte. Hiç bilmediğiniz, tanımadığınız insana kapımızı açmanız, barındırmamız, karnını doyurmamız, kendi rızasıyla ayrılana kadar göz kulak olmamız bugün kentlerde rastlayabileceğimiz bir durum değil. Yakın zamanlara kadar ve hatta şimdilerde dahi köylerimizde rahatlıkla karşılaşabileceğimiz bu misafirperverlik insanımızın genlerine işlemiştir, Anadolu insanı bu hasletiyle asildir, övgüye değerdir. Her zaman darda kalana yardımcı olmuştur.  Hatta bu işi abarttığımız dahi söylenebilir. Anneannemden duyduğum bir ata sözünü aktarmadan geçemeyeceğim, göçmenlerin (muhacirlerin) daha çok kayırıldığı anlamında “bir elin kaçkını bir ele hoş gelir” derdi.

Yaşam hakkına gelince; yaşam hakkı en temel insan hakkıdır. Uluslarüstü (Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisinde, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartında, Avrupa Birliği Temel Haklar şartında ),  uluslararası ve ulusal hukuk metinleri (1982 Anayasasının 17/1. maddesi) ile koruma altına alınmıştır. 

Hukukta hak var ise buna koşut olarak görev de vardır. Diğer bir ifadeyle tüze (hukuk metni) ile tanınan hakkı muhatabına sağlamakla görevlendirilmiş olan suje  bahse konu o hakkı düzenleyen hukuk normunda belirtilir.  Bu bağlamda yazılı hukuk açısından yaşam hakkını sağlamakla görevli olan en başta devlettir. 

Göçe zorlanma esnasında insanlar yaşamlarını tehlikede hissettikleri öz yaşam alanlarından (habitatlarından) ayrılmak zorunda kalmakla kalmayıp, gayri-insani koşullarda seyahat etmekte, ulaştıkları güvenli noktalarda kendilerini neyin beklediğini kestirememekte, bu süreç içerisinde aç, susuz kalmakta, sağlıksız koşullarda yaşam mücadelesi vermekte, her an ölümle burun buruna gelmekteler.

Türkiye son yıllarda Asya, Afrika ve Ortadoğu ülkelerinden üstesinden gelemeyeceği kadar, oldukça yoğun göç almakta. Suriye ve Irak’ta yaşanan savaştan kaçanlar canını kurtarabilmek maksadıyla Türkiye’ye sığınmakta, gelenlerin bir kısmı geriye dönmeyi, bir kısmı üçüncü bir ülkeye gitmeyi , kimi ise burada kalmayı  arzulamaktalar.

Yakın zamanda gelen göçmenlerin barınması ve doyurulması hususunda Devlet ve vatandaşlar olarak gösterdiğimiz duyarlılığı (olumsuz kimi hadiseler istisna olmak üzere) diğer ülkelerin de aynı ölçüde gösterdiğini söylemek güç. Kimileri kapısını hepten kapatmakta, kimileri gelenlere gayri-insani muamele yapmakta (sınırda günlerce bekletmek, dini inancına göre ayırım yapmak gibi), kimileri ise göstermelik sayıda göçmeni kabul etmekte ve fakat reklamını iyi yapmakta. 

Devlet ve vatandaşlar olarak üzerimize düşen görev, misafirimiz olan ve bir kısmı belki hiç dönmeyecek ve bizlerle kaynaşacak  olan göçmenlere şimdiye kadar olduğu gibi yardım etmeye devam etmek  ve elimizden geldiği ölçüde hayatta kalmalarını temin etmeye çalışmaktır. Unutmayalım ki  atalarımızın dediği gibi “iyi komşu zor günde belli olur”.