Göçe Zorlanma Olgusu
ve Yaşam Hakkı Üzerine
Göçe zorlanma olgusu neredeyse insanlık tarihi kadar
eskidir. Yaşanan doğal afetler, kıtlıklar ve savaşlar nedeniyle insanlar
doğdukları, büyüdükleri, kültürel değerlerini aldıkları yerleri (habitatlarını,doğal
yaşam alanlarını), yurtlarını terk etmek
zorunda kalmakta. Bu bağlamda Anadolu toprakları, binlerce yıldır sürekli göçten nasibini
almakta ve göçe zorlanan insanları her zaman bağrına basmakta. “Tanrı misafiri” adı altında kabul
görmüş geleneğimiz buradan gelmekte. Hiç bilmediğiniz, tanımadığınız insana
kapımızı açmanız, barındırmamız, karnını doyurmamız, kendi rızasıyla ayrılana
kadar göz kulak olmamız bugün kentlerde rastlayabileceğimiz bir durum değil.
Yakın zamanlara kadar ve hatta şimdilerde dahi köylerimizde rahatlıkla
karşılaşabileceğimiz bu misafirperverlik insanımızın genlerine işlemiştir, Anadolu
insanı bu hasletiyle asildir, övgüye değerdir. Her zaman darda kalana yardımcı
olmuştur. Hatta bu işi abarttığımız dahi
söylenebilir. Anneannemden duyduğum bir ata sözünü aktarmadan geçemeyeceğim,
göçmenlerin (muhacirlerin) daha çok kayırıldığı anlamında “bir elin kaçkını bir ele hoş gelir” derdi.
Yaşam hakkına gelince; yaşam hakkı en temel insan hakkıdır.
Uluslarüstü (Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisinde, Birleşmiş
Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinde, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinde, Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartında, Avrupa Birliği Temel
Haklar şartında ), uluslararası ve
ulusal hukuk metinleri (1982 Anayasasının 17/1. maddesi) ile koruma altına
alınmıştır.
Hukukta hak var ise buna koşut olarak görev de vardır. Diğer
bir ifadeyle tüze (hukuk metni) ile tanınan hakkı muhatabına sağlamakla
görevlendirilmiş olan suje bahse konu o hakkı
düzenleyen hukuk normunda belirtilir. Bu
bağlamda yazılı hukuk açısından yaşam hakkını sağlamakla görevli olan en başta devlettir.
Göçe zorlanma esnasında insanlar yaşamlarını tehlikede hissettikleri
öz yaşam alanlarından (habitatlarından) ayrılmak zorunda kalmakla kalmayıp,
gayri-insani koşullarda seyahat etmekte, ulaştıkları güvenli noktalarda
kendilerini neyin beklediğini kestirememekte, bu süreç içerisinde aç, susuz
kalmakta, sağlıksız koşullarda yaşam mücadelesi vermekte, her an ölümle burun
buruna gelmekteler.
Türkiye son yıllarda Asya, Afrika ve Ortadoğu ülkelerinden
üstesinden gelemeyeceği kadar, oldukça yoğun göç almakta. Suriye ve Irak’ta
yaşanan savaştan kaçanlar canını kurtarabilmek maksadıyla Türkiye’ye sığınmakta,
gelenlerin bir kısmı geriye dönmeyi, bir kısmı üçüncü bir ülkeye gitmeyi , kimi
ise burada kalmayı arzulamaktalar.
Yakın zamanda gelen göçmenlerin barınması ve doyurulması
hususunda Devlet ve vatandaşlar olarak gösterdiğimiz duyarlılığı (olumsuz kimi
hadiseler istisna olmak üzere) diğer ülkelerin de aynı ölçüde gösterdiğini
söylemek güç. Kimileri kapısını hepten kapatmakta, kimileri gelenlere
gayri-insani muamele yapmakta (sınırda günlerce bekletmek, dini inancına göre
ayırım yapmak gibi), kimileri ise göstermelik sayıda göçmeni kabul etmekte ve
fakat reklamını iyi yapmakta.
Devlet ve vatandaşlar olarak üzerimize düşen görev,
misafirimiz olan ve bir kısmı belki hiç dönmeyecek ve bizlerle kaynaşacak olan göçmenlere şimdiye kadar olduğu gibi yardım
etmeye devam etmek ve elimizden geldiği
ölçüde hayatta kalmalarını temin etmeye çalışmaktır. Unutmayalım ki atalarımızın dediği gibi “iyi komşu zor günde belli olur”.