Hititler çok tanrılı bir dini yapıyı benimsemişler ve bu
yapı içerisinde yaşamışlardır. Arkeoloji ve Tarih, Hitit Medeniyetini “Bin Tanrılı Medeniyet” olarak yad
etmektedir. Hititler; fethettikleri komşu medeniyetlerin tanrılarını da
benimseyerek kendi Pantheon’una
(Tanrılar Külliyatına) dahil etmişler ve dışlamamışlardır. Bu vesileyle
savaşarak aldıkları toprakların ahalilerini hiçbir zaman ötekileştirmemişler, zaman
içerisinde dost edinmişler ve kaynaşmışlardır. Hititlerdeki bu politeist dinsel
yapı zaman içerisinde Anadolu’da yatırlar,
türbeler ve ocaklar (ocakzadeler) olarak boy göstermiştir. Anadolu insanının
başı sıkıştıkça ziyaret ettiği, adak adadığı, dualar okuduğu, çaput bağladığı,
mum yaktığı yatırlara yapılan ziyaretler ve kimi hastalıkları iyi ettiğine
inandıkları ocaktan geldiğine inandıkları ocakzadelere gösterdikleri hürmetin
kökeninin Hititlerden geliyor olması ihtimal dahilindedir. Tevarüs eden bu
inanışlardan birisi de çocuğu olmayan çiftlerin bu konuda kerameti olduğuna
inandıkları bir türbeye yakarmaları, çocuk dilemeleri ve adak adamaları olayıdır.
Bu dilekleri yerine geldiğinde doğan çocuklara Orta Anadolu’da (Erken Hitit
Devletinin coğrafi alanı içerisinde olan Tokat, Amasya, Çankırı, Çorum İlleri
dahilinde) erkek ise Satılmış kız ise
Satı ismi verilmektedir. Diğer bazı
illerde ise belli bir yatıra yakarma, adak adama sonucu doğduğuna inanılan
erkek çocuklara türbede yattığına inanılan zatın adı verilmektedir
(Malatya-Sivas’ta Abdulvahap,
Adıyaman’da Abuzer, Diyarbakır’da Şeyhmus gibi).
Hitit diline baktığımızda bugün Anadolu’da varlığını
sürdürdüğünü görebilmekteyiz. Dil bilimciler Hitit dilinin en çok etki ettiği
dillerin Türkçe, Yunanca, Sanskritçe (Hintçe), Farsça, Latince ve Germen
kökenli diller olduğunu beyan etmektedirler. Aga (Ağa, Ağabey), Ah(keder), Ak(Yüce, Parlak), At, Atta (Ata, Baba), Anna
(Anne), Bu (Bu), De (ti, ta), Dingir (Tengri, Tanrı), Er (Adam), Erim (Eren,
Kahraman), Gar (Karın), Khun( Han), Kumas (Kömüş, Camış, Camız), Pal (Bel,
Balta), Par (Parlak Gündoğumu), Su (Su), Ul (Ol), Tur(Dur), Wah (Vah etmek)
sözcüklerini Hititçe’den Türkçe’ye intikal etmiş sözcüklerden birkaç örnek
olarak gösterebiliriz. Literatürde (yazılı kaynaklarda) rastlamadığım ancak
anne-babamın memleketi olan Zile’de (Tokat) halen kullanılmakta olan Şinavat sözcüğüne değinmeden
geçemeyeceğim. Üzerinde üzüm çiğnenen (ezilen) ahşap ya da taş kaide ya da üzüm
sıkılan cendere anlamında kullanılan bu sözcüğün kökenini çocukluğumdan beri
hep merak etmişimdir. Zaman içerisinde su manasına gelen İngilizce’deki Water ve Almanca’daki Wasser sözcüklerinin Hititçe Watar
sözcüğünden geldiğini öğrendikten sonra Şina
sözcüğünün de yine Latin ve Germen kökenli dillerdeki şarap manasına gelen Wine, Vino sözcüklerini andırdığını
sezinledim. Her ne kadar bilimsel bir ispatı olmasa da, Şinavat sözcüğünün iki
kelimeden oluşmuş olabileceğini, Hititçe kökenli olma ihtimalinin yüksek
olduğu, üzüm suyu ya da şarap manasına gelebileceğini değerlendiriyorum.
Hititlerde Mimariye değinecek olursak; Hattuşa ve
Boğazkale Hitit Kazılarında elde edilen bulgulardan, evlerin temelinin taş
kaideler üzerinde açılan dairesel oyuklara yerleştirilen ahşap dikmeler
(kolonlar) üzerine oturtulduğunu, ahşap kolonların üzerine yine ahşaptan ve
çatıyı (damı) taşıyabilecek güçte ahşap kirişler (mertekler) yerleştirildiğini,
kolon ve kirişlerin bu şekilde bir birleriyle bağlantısının sağlandığını, evin
duvarlarının toprak kerpiçler ile örüldüğünü ve toprakla sıvandığını, evin
çatısının toprakla kaplanmış düz bir damdan ibaret olduğunu anlamaktayız. Bu
mimari biçimine, düz damlı ahşap kolon ve kirişler kullanılmak suretiyle toprak
kerpiçten yapılan ev yapım tarzına, bugün Orta Anadolu’da hala rastlamak
mümkündür. Hitit tarzı mimarinin bir enstrümanı olan, toprak damlı evlerin yağmur yağdığında evin içerisine suyun sızmasını
önlemek maksadıyla damdaki toprak-saman karışımı kaplamayı sıkılaştırmak için
kullanılan silindirik taşın (loğ) bir örneği dahi Boğazkale kazılarında
çıkmıştır. Hititlerde ev yapım tekniğinde toprak ve ahşap kullanılması, taş
temel zemininde açılan dairesel oyuklara yerleştirilen dikmeler (kirişler),
muhtemelen deprem halinde binanın salınmasına, hareket etmesine olanak vermek
amacıyla düşünülmüştür. Bu yapı tekniği, Hititlerin depremle tanışık olduklarını
ve depremin yaratacağı yıkımı asgariye indirmek amacıyla evlerin kaidesini
oynak bir mekanizma üzerine bina ettiklerini göstermektedir.
Hitit mutfağına ve beslenme biçimine gelince; Hititlerde
tahıldan elde edilen undan ekmek üretimi oldukça gelişmiş, Hitit kazılarında bulunan
devasa zahire küpleri buna işaret etmektedir. Hitit tabletlerinin çözümünden
anlaşıldığı kadarıyla; Hitit Mutfağında çorba
kültürü zengindir, et ve sebze tüketimi mevcuttur. Yemekleri haşlama, kavurma,
ızgara ya da fırınlama yöntemiyle pişirmişlerdir. Şarap ve biranın ilk
üreticileri olarak tanınmaktadırlar. Şarap ve birayı gerek dinsel törenlerde
tanrılara sundukları gerekse sair ortamlarda tükettikleri biliniyor. Bugün Anadolu’daki zengin ekmek ve çorba
kültürünün Hititlerden günümüze tevarüs eden bir gelenek olduğunu
düşünülebilir.
Hititler açısından ekmek
tıpkı Anadolu insanının bugün dahi yemek-içmekle, karın doyurmakla eşdeğer
tuttuğu bir değerdir. Beslenme denildiğinde akla ilk hep ekmek gelir. Hitit insanının temel gıda maddelerinin ekmek ve su olduğu Hitit yazıtlarında
görülmektedir. Hititçenin çözülmesinde büyük rol oynadığı kabul edilen “ve ekmeği yiyiniz, suyu da içiniz” (an
azzasteni watar- a ekutteni) şeklindeki ilk Hitit Kralı 1. Hattuşuli’nin
askerlerine verdiği öğüt, kanaatkar ve sade insan tipini betimlemektedir.
Hititler ekmek ve suya,
gıda maddesi olmanın ötesinde bağlılığı (ahde vefayı), dostluğu, dürüstlüğü
ifade etmek üzere ezoterik (batıni,
içrek) bir anlam da yüklemişlerdir. Dostluğun ve sevginin tesisini, toplumsal
dayanışmayı ifade etmek amacıyla ekmek ve
su metafor, birer sembol olarak kullanılmıştır. Bu inanış Anadolu’da da geçerlidir. Çocukluğumda bir
ahbap ya da dosttan bahsedilirken, sevdiklerini yad ederken “çok ekmeğini yedik suyunu içtik”
denildiğini hatırlarım. Bu ifadelerin ne kadar eski olduğunu, köklerinin kadim
Anadolu Medeniyetlerine kadar uzandığını bu vesileyle öğrendim ve sizlere
aktarmak istedim.
Fatih Selim Yurdakul