12 Ağustos 2013 Pazartesi

“Aydınlanma” ve “laiklik” üzerine .

“Aydınlanma” ve “laiklik” üzerine .

Avrupa’da Ortaçağın karanlığından ve Engizisyondan çıkışta lokomotif olmuş Rönesans (Re-naissance=Yeniden Doğuş) ve Reform (Yeniden Biçimlendirme) hareketleri (süreçleri)  Aydınlanma Felsefesinin (initiation) ortaya çıkması ve benimsenmesiyle gerçekleşmiştir.

Aydınlanma hareketleri (Rönesans ve Reform) Fransız Devrimini doğurmuş, o devirde bilim ve sanatta müthiş gelişmeler yaşanmıştır. Tüm bu gelişmelerin sonucunda toplumsal yapı Din ve Tanrı merkezli bir temelden, akıl merkezli bir temele evrilmiştir. Egemenlik gökten yere inmiş, Tanrı adına yeryüzünde O’nun gölgesi sıfatıyla hükmettiğini söyleye gelmiş kralların gücü kırılmış, egemenliğin ulusa ait olduğu düşüncesi benimsenmiştir. Laiklik (sekülerleşme) denen bu olgu, ilerleyen aşamalarda, Aydınlanma sürecinde ve bu süreçte ortaya konan tüm bilimsel çalışmalarda ve sanatsal faaliyetlerde mihenk  olmuştur. Bugün Avrupa Kültüründen bahsedilebiliyorsa ve Ortaçağda yaşanan Engizisyonun acıları bir nebze de olsa unutulabilmişse, bu laiklik sayesinde olmuştur.        

Laiklik; Yunanca laos kelimesinden gelir ve Türkçe karşılığı ulus, millet demektir.  Laikliği, kelime anlamında uluşçuluk veya milliyetçilik olarak da tanımlayabiliriz.

Laiklik sadece siyasi anlamda din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılması değil, aynı zamanda düşüncenin ve aklın önündeki engellerin kaldırılması, insan zekasının özgür kılınmasıdır. Aydınlanma Çağının en önemli düşünürlerinden Immanuel Kant’ın tanımlamasıyla;  aklını başkalarına emanet etmiş olan bireyin bu esrik halinden kurtulması, aklını kullanmada başkalarının kılavuzluğuna ihtiyaç duymaksızın özgürce hareket etmesi, aklını kendi başına kullanma cesaretini göstermesidir (Sapere Aude). Laiklik, kısacası, kişinin birey olması ve bireylerin bir araya gelerek ulus’u oluşturmalarıdır.

Sonuç olarak; kişi ancak laik toplumlarda kul olmaktan, diğer bir deyişle başkasının esiri olmaktan kurtulur ve özgür olur, birey  olur, bireyler ise bir araya gelerek bir ulus yaratırlar. Ulus, bireylerin kurduğu ve bir arada yaşadığı bir yapıdır. Laikliğin, aklın, bilimin, sanatın, deney ve gözlemin itibar görmediği, cehaletin, bilgisizliğin, önyargıların, hurafelerin egemen olduğu toplumlar ise ulus olma bilincine erişemezler, talihin yardımıyla, şans eseri ulus yapısına erişseler de, bu yapıyı muhafaza edemez iseler, bölünürler, parçalanırlar, yok olurlar.

Fatih Selim Yurdakul

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder