12 Ağustos 2013 Pazartesi

“Kolektif nefret kültürü (nefret söylemi) ” üzerine.

“Kollektif nefret kültürü” üzerine.  

Kollektif nefret kültürü dünyada bir çok yerde toplulukların (kabilelerin, dinsel cemaatlerin, etnik grupların v.b.) bir birini kırması (tel’ini) ve/veya yok etmesine yönelik kalkışmaları, saldırıları tetiklemekte ve insanlık dışı trajediler yaşanmakta. Kara Afrika’da muhtelif topluluklar arasında yaşanan kabile savaşlarını, II. Dünya Savaşı sırasında Almanların Yahudilere uyguladığı  soykırımı, İrlanda’da yaşanan Katolik-Protestan çekişmesini, Hindistan’da yaşanan Hindu-Müslüman çatışmasını, hemen sınırımızda Suriye ve Irak’ta Müslümanlar arasında yaşanan Sünni-Şii ya da Sünni-Alevi kavgalarını, Türkiye’de 1978 de Maraş’ta, 1980 de Çorum’da 1993 de Sivas’ta (Madımak Oteli Faciası) yaşanan Alevilere yönelik saldırıları, gayri Müslim azınlıklara yönelik kitlesel ya da ferdi kırımları (1915’de Ermenilere, 1934 de Trakya Yahudilerine, 1955 de İstanbul’da Rumlara yönelik saldırıları), dine ve/veya tanrıya inanmayanlara, gay, lezbiyen, travesti ve transseksüellere yönelik saldırıları kollektif nefret kültürünün doğurduğu sonuçlara birkaç örnek olarak gösterebiliriz.

Kollektif nefret kültürü hangi ortamda yetişmektedir, sosyolojik sebepleri nelerdir, bu konuya eğilmekte fayda olduğu düşüncesindeyim. Kollektif nefret kültürü; yüzyıllar boyu süregelen sözel bir eğitim ve öğretim sürecinin ürünüdür. Nefret aşılama süreci yazılı metne dönüştürülmez, kulaktan kulağa fısıldanır, nesilden nesile aktarılır. Bu süreç siyasi otorite ve/veya dinsel otoriteyi temsil eden ruhban sınıfı tarafından yürütülür ve desteklenir, sürekli canlı tutulur, hedef kitle (etnik ya da dinsel topluluk, veyahut kabile) sürekli kötülenir, katli vacip mahlukatlar (Osmanlı’da Çaldıran seferi öncesi Ebussusud Efendinin Kızılbaşlar hakkında verdiği fetva gibi) olarak nitelendirilir, ötekileştirilir. Ötekileştirilenlerin hizaya çekilmesi, ehlileştirilmesi, kırımı ya da yok edilmesi caizdir, bu yönde eylemlere kalkışmaları hususunda diğer kesim el altından cesaretlendirilir, yüz yıllarca birlikte barış içerisinde yaşamış konu-komşu bir anda düşman olur, bir birini boğazladığında, kestiğinde, gözler görmez, kulaklar duymaz, vicdanlar sızlamaz .

Günümüzde toplumların kollektif nefret kültüründen arındırılması için okullarda okutulmakta olan resmi tarih kitaplarından kimi topluluklara, uluslara, etnik topluluklara ya da dini inanç gruplarına yönelik aşağılayıcı, horlayıcı, ayrıştırıcı, bölücü ve ötekileştirici ifadeler, nefret söylemleri çıkartılmakta. Bu uygulamalar olumlu olmakla birlikte tek başına yeterli değildir, zira bu illet yazılı kültürden ziyade sözel kültürden beslenmektedir.

Geri kalmış toplumlarda, başarı ve liyakate bakılmaz, akrabalık ilişkileri, belli bir etnik, siyasi ve/veya dini inanç grubuna dahil olmak gibi çeşitli klikler yaratılır, kliğe dahil olan makbuldür ve yükselmeyi hak eder, hariçte kalan ise dışlanır. Modern toplumlarda ise tam tersine bireyin başarısından ötürü öne çıkan kimliği esastır, kimsenin kökeni, siyasi ve dini inancı sorgulanmaz, böylesi bir ortamda kollektif  kimlik gelişemez.

Toplumların birlikte, barış ve sükun içerisinde yaşaması pek ala mümkündür, bunun en güzel örnekleri bireye hak ettiği değeri cinsiyetinden, dilinden, dininden, derisinin renginden ötürü değil, bizatihi  kendi başarısı ve eserinden hareketle veren laik toplumlardır.

Sözün özü; akıl ve bilimin egemen olduğu ortamda nefret söylemi boy veremez,  kalkınma ve modernleşme ancak akıl ve bilim sayesinde olur.

Fatih Selim Yurdakul

     


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder