Kadına Yönelik Şiddet üzerine
Cumhuriyet
öncesi eğitilmemiş, cahil, ümmi (okur-yazar olmayan) nüfusun neredeyse %99’u
kadınlardan oluşmakta idi. Bu onların ayıbı değildi. Ayıp; kadınlara değer vermeyen, onları kafeslerin
arkasına kapatan, eğitim olanağı vermeyen, iş yaşamına katılmasına müsaade
etmeyen, siyasal yaşamda doğal karşıtı erkeklere tanınmış olan seçme-seçilme
hakkını kadınlara reva görmeyen, özetle onlara birey olma fırsatı vermeyen
bağnazlarındı.
Cumhuriyetle
birlikte Ulu Önder Atatürk kadınlarımızın tıpkı erkekler gibi eşit haklara
sahip olmaları yönünde bir dizi adımlar attı. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı
bir çok batılı devletten çok önce tanındı. Kadınların eğitimine önem verildi,
kadınlarımız her meslek gurubunda, çalışma yaşamının her alanında üstün
başarılar gösterdiler. Basit örnekler verecek olursam; yakın bir zamana kadar
üniversitelerdeki kadın akademisyenlerin ve ülke genelinde kadın avukatların
erkeklere oranı bırakın Avrupa’yı belki de
dünyada en yüksek ülke konumunda idik.
Son
yıllarda kadınların çalışma yaşamından uzaklaştırılması ve tekrar eve
kapatılması düşüncesi el altından pazarlanmakta. Üç çocuk, üç de yetmez beş
çocuk, altı olsa dahi iyi olur önerileri havada uçuşmakta. Kız çocuklarımız
okula gönderilmemekte, erken (çocuk) yaşta evlenmeye zorlanmakta. Çocuk
gelinlerin, evli kadınların tümüne oranı inanılmaz boyutlarda. Kadınlarımız
çalışma yaşamından kopartılmakta, büyük bir çoğunluğu ise çalışmayı, kendi
ayakları üzerinde durabilmeyi, kendi karnını doyurabilmeyi, başkasına muhtaç
olmamayı, kendi kaderini tayin edebilmeyi, birey olabilmeyi hayal dahi edememekte. Böylesi bir ortamda
kadınlar erkek egemen toplumda köleleştirilmekte, bastırılmakta ve her türlü
gayri-insani muameleye maruz kalmakta. Canı yandığında sesini çıkarmaya
yeltendiğinde demir yumruk tepelerine inmekte ve cehennem azabı çektirilmeye
devam edilmekte. Televizyonlar her gün kadına yönelik şiddeti haber yapmakta,
şehit haberleri gibi şiddet mağduru ve/veya kurbanı kadınların haberleri de
sıradanlaştırılmakta ve toplum buna mecburmuş gibi uyuşturulmakta, bu duruma
alıştırılmakta. Şiddete maruz kalmış veya maruz kalma ihtimali olan kadınlar
Mahkemeler, Cumhuriyet Savcılıkları, Polis ve sair kamu kurumlarınca yeterince
korunmamakta, şikayetleri ciddiye alınmamakta, şiddet uygulayan failler hak etmediği halde ceza indirimlerinden
istifade ettirilmekte ve cesaretlendirilmekte.
Kadına
yönelik şiddeti sona erdirmeye ve çocukların evlenmeye zorlanmalarını önlemeye
yönelik somut, etkin ve sonuç odaklı bir çalışma yürütülmemekte ve her iki
fenomen de kadınların alın yazısıymış gibi bir algı, bir yanılsama hali
yaratılmaya çalışılmakta. Bu umursamazlık ve duyarsızlık toplumda derin ve
onulmaz yaralar açmakta. Yeni nesiller bu durumu normalmiş gibi görmekte, genç
erkekler kadına karşı şiddete daha çok başvurmakta, kadınlar ise çoğu kez bu
duruma boyun eğmekte, hayat kendileri açısından iyice çekilmez bir hale
gelinceye değin seslerini çıkarmamakta.
Sonuç
olarak kadına yönelik şiddet toplumsal bir hastalık haline dönüşmekte. Gelecek
nesilleri bu illetten kurtarmanın tek çaresi ise tüm yurttaşlara baskıcı
olmayan, sorgulayıcı ve özgür düşünceyi esas alan bir eğitim vermek. Tüm
bireyler, ilk okuldan üniversiteye kadar bilim ve aklın ışığı ile
aydınlatılırsa, o zaman üretken ve yaratıcı bir topluma dönüşebiliriz. Aydınlanmayı
başaramaz isek Cumhuriyetin tüm kazanımlarını kaybedeceğimiz ve tekrar Ortaçağın
karanlığına doğru gerileyeceğimiz aşikar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder