Tarih yazımı, felsefesi ve
metodolojisi üzerine .
Tarih
yazımı ancak gerçekler üzerine inşa edildiği sürece geleceğe ışık tutar ve
ilişkin olduğu alanda sağlıklı karar alınabilmesini sağlar. Gerçekleri ifade
etmeyen bir tarih yazımı geçmişteki hataların tekrarı sonucunu doğurur. Bu
bağlamda tarih yazımının belli kurallar çerçevesinde, nesnel yaklaşımla,
önyargı ve değer yargılarından ari,
adeta fotoğraf makinesinin objektifinden görüneni yansıtırcasına sade ve
mümkün olduğunca yorumsuz olması lazım gelir. Peki bu nasıl sağlanabilir? Bu
sorunun cevabı tarih metodolojisi kuramı ile açıklanabilir. Bu kuram üzerine
bir çok düşünce (ekol=okul) vardır. Bunların ayrıntılarına girmeyeceğim. Ancak
tarih metodolojisi üzerine eski ve yeni (modern) yaklaşımlar üzerinde bilgi
vermek belki daha yerinde olur.
Eski
dönem tarihçileri (vakanüvisler ve seyyahlar) genelde saray tarafından finanse edilmişlerdir.
Bunlar yaşadıkları döneme ya da öncesine ilişkin olayları bugüne
nakletmişlerdir. Vakanüvislerin aktarımları belgeye değil gözleme ve sözel
tarihe (söylencelere, efsanelere, menkıbelere) dayanır. Objektif (nesnel)
olduklarından bahsedilemese de geçmişe ilişkin bilgiler sunuyor olmaları
nedeniyle tümüyle de reddedilemez. Vakanüvislere örnek olarak Osmanlı Tarihi
hakkında Aşıkpaşazade’yi ve seyyahlara örnek olarak ise Evliya Çelebi’yi
gösterebiliriz.
Modern
tarih yazımında ise veri toplama, bir araya getirme, yorumlama, atıf ve yazım
teknikleri belli kurallara bağlanmıştır. Esas olan belge temini ve bunun
üzerine tarih yazmaktır. Belgenin (verinin) temini ve yorumlanması sürecinde
bir çok disiplin devrededir. Örneğin;
arkeoloji, topografya (yer bilimi), sanat ve edebiyat tarihi, antropoloji,
linguistik (dil bilimi), jeoloji, meteoroloji ve temel bilimler (fizik, kimya, matematik,
biyoloji) hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan tarih yazmak bugün için gayri
ciddi karşılanır ve itibar görmez.
Yazdığınız
tarihi olayların nerede gerçekleştiğini, geçmişteki yer adlarını, toplumların yaşam tarzlarını, beslenme
biçimlerini, yönetim ilişkilerini, güç dengelerini, mevsimsel döngüleri,
yaşanan depremleri ve diğer doğal felaketleri ve bunların sonuçlarını, uygarlık
düzeyini, sanata(tiyatro, müzik, resim v.b.), spora ve ticarete katkılarını
bilmeden yazılan bir tarih kuru bir yazım
sürecidir, yavandır ve bizi gerçeğe
götürmez. İleriye ışık tutmaz.
Tarih
yazımı batıda multi-disipliner (disiplinler arası) bir yöntemle yapılır. İnsani
Bilimler (Humanistic Studies) adı altında faaliyet gösteren okullarda, tarih
yazımıyla uğraşmak isteyenlere ve keza diğer sosyal bilimlerle iştigal
arzusunda olanlara ilgi alanına yönelik sahalarda
metodolojik eğitim verilir, çok farklı disiplinlerden bilgi ile donanmaları
sağlanır.
Türk
tarih yazımı ise vakanüvislik ile modern tarih metodolojisi arasında bir
yerlerdedir. Tarihçilerimizin çoğu (bazı istisnalar dışında) belge okuma ve
yorumlama üzerine çalışırlar, diğer disiplinlerden faydalanmak gibi bir
uğraşıları olmaz.
Ülkemizde
Tarih Metodolojisi üzerine kimi müelliflerimiz eserler yayınlamışlardır.
Akademisyen tarihçilerimiz kısmen metodolojiye riayet etmektedir. Geçmişte
yaşanan olayları yorumlamak amacıyla yeterli bilgi birikimi olmayan ve metodolojiye riayet etmeyen, öngörüsü
yetersiz, sığ tarihçiler ise, özellikle, kamuoyu yaratmak, halkı belli bir düşünceye
sevk etmek ve gündemi meşgul etmek maksadıyla çalışmakta, birilerine hizmet
etmektedirler. Bu tutum özellikle
topluma gerçeğin aktarılmaması amacıyla sergilenmektedir.
Yazıma;
saygın tarihçilerimizden merhum Zeki Velidi Togan’ın bir sözü ile son
veriyorum: "İlimlerin inkişafı ile muvazi olarak
ilimlerin metodları da inkişaf etmiştir." Sözün özü; “ilerlemek ancak bilimsel yöntemlere uymakla mümkün olur” .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder