12 Ağustos 2013 Pazartesi

Tarih yazımı, felsefesi ve metodolojisi üzerine .

Tarih yazımı, felsefesi ve metodolojisi üzerine .

Tarih yazımı ancak gerçekler üzerine inşa edildiği sürece geleceğe ışık tutar ve ilişkin olduğu alanda sağlıklı karar alınabilmesini sağlar. Gerçekleri ifade etmeyen bir tarih yazımı geçmişteki hataların tekrarı sonucunu doğurur. Bu bağlamda tarih yazımının belli kurallar çerçevesinde, nesnel yaklaşımla, önyargı ve değer yargılarından ari,  adeta fotoğraf makinesinin objektifinden görüneni yansıtırcasına sade ve mümkün olduğunca yorumsuz olması lazım gelir. Peki bu nasıl sağlanabilir? Bu sorunun cevabı tarih metodolojisi kuramı ile açıklanabilir. Bu kuram üzerine bir çok düşünce (ekol=okul) vardır. Bunların ayrıntılarına girmeyeceğim. Ancak tarih metodolojisi üzerine eski ve yeni (modern) yaklaşımlar üzerinde bilgi vermek belki daha yerinde olur.

Eski dönem tarihçileri (vakanüvisler ve seyyahlar) genelde  saray tarafından finanse edilmişlerdir. Bunlar yaşadıkları döneme ya da öncesine ilişkin olayları bugüne nakletmişlerdir. Vakanüvislerin aktarımları belgeye değil gözleme ve sözel tarihe (söylencelere, efsanelere, menkıbelere) dayanır. Objektif (nesnel) olduklarından bahsedilemese de geçmişe ilişkin bilgiler sunuyor olmaları nedeniyle tümüyle de reddedilemez. Vakanüvislere örnek olarak Osmanlı Tarihi hakkında Aşıkpaşazade’yi ve seyyahlara örnek olarak ise Evliya Çelebi’yi gösterebiliriz.

Modern tarih yazımında ise veri toplama, bir araya getirme, yorumlama, atıf ve yazım teknikleri belli kurallara bağlanmıştır. Esas olan belge temini ve bunun üzerine tarih yazmaktır. Belgenin (verinin) temini ve yorumlanması sürecinde bir çok disiplin devrededir.  Örneğin; arkeoloji, topografya (yer bilimi), sanat ve edebiyat tarihi, antropoloji, linguistik (dil bilimi), jeoloji, meteoroloji ve temel bilimler (fizik, kimya, matematik, biyoloji) hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan tarih yazmak bugün için gayri ciddi karşılanır ve itibar görmez.

Yazdığınız tarihi olayların nerede gerçekleştiğini, geçmişteki yer adlarını,  toplumların yaşam tarzlarını, beslenme biçimlerini, yönetim ilişkilerini, güç dengelerini, mevsimsel döngüleri, yaşanan depremleri ve diğer doğal felaketleri ve bunların sonuçlarını, uygarlık düzeyini, sanata(tiyatro, müzik, resim v.b.), spora ve ticarete katkılarını bilmeden  yazılan bir tarih kuru bir yazım sürecidir, yavandır ve bizi  gerçeğe götürmez. İleriye ışık tutmaz.

Tarih yazımı batıda multi-disipliner (disiplinler arası) bir yöntemle yapılır. İnsani Bilimler (Humanistic Studies) adı altında faaliyet gösteren okullarda, tarih yazımıyla uğraşmak isteyenlere ve keza diğer sosyal bilimlerle iştigal arzusunda olanlara ilgi alanına yönelik  sahalarda metodolojik eğitim verilir, çok farklı disiplinlerden bilgi ile donanmaları sağlanır.

Türk tarih yazımı ise vakanüvislik ile modern tarih metodolojisi arasında bir yerlerdedir. Tarihçilerimizin çoğu (bazı istisnalar dışında) belge okuma ve yorumlama üzerine çalışırlar, diğer disiplinlerden faydalanmak gibi bir uğraşıları olmaz.

Ülkemizde Tarih Metodolojisi üzerine kimi müelliflerimiz eserler yayınlamışlardır. Akademisyen tarihçilerimiz kısmen metodolojiye riayet etmektedir. Geçmişte yaşanan olayları yorumlamak amacıyla yeterli bilgi birikimi olmayan ve  metodolojiye riayet etmeyen, öngörüsü yetersiz, sığ tarihçiler ise,  özellikle,  kamuoyu yaratmak, halkı belli bir düşünceye sevk etmek ve gündemi meşgul etmek maksadıyla çalışmakta, birilerine hizmet etmektedirler.  Bu tutum özellikle topluma gerçeğin aktarılmaması amacıyla sergilenmektedir.

Yazıma; saygın tarihçilerimizden merhum Zeki Velidi Togan’ın bir sözü ile son veriyorum:   "İlimlerin inkişafı ile muvazi olarak ilimlerin metodları da inkişaf etmiştir." Sözün özü; “ilerlemek ancak bilimsel yöntemlere uymakla mümkün olur” .


Fatih Selim Yurdakul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder