İfade özgürlüğü üzerine .
İfade
özgürlüğü en genel tanımıyla her türlü düşüncenin herhangi bir sınırlamaya tabi
olmaksızın ifade edilebilmesidir.
İfade
özgürlüğü çağımızda evrensel hukuk metinlerinde de (Birleşmiş Milletler, Avrupa
Birliği) düzenlenmiştir. Mevzuatın ayrıntısı ile sizleri meşgul etmeyeceğim.
Ancak tarihçesinden bahsetmekte fayda var. Kavramsal anlamda ifade özgürlüğüne
ilk vurgu yapan Ahlak Felsefesinin kurucusu kabul edilen İyonyalı düşünür
Sokrates’tir. Sokrates; M.Ö. 399 yılında aleyhinde açılan bir davada şehrin tanrılarına inanmamak, onların
yerlerine başka tanrılar koymak ve bu yolla gençleri zehirlemekle” suçlanır . Oysa
Sokrates’in ifade ettiği, “bilmediğini bildiğidir”, diğer bir
anlatımla, “kendi cehaletinin farkında
olduğu”dur. Sokrates; geliştirdiği “sınamadan
geçirmek” ya da “çürütmek” adı
verilen (elenchos) mantıksal uslamlama yöntemi ile şehir tanrıları ile
müminleri arasında aracılık eden sözde bilgelerin (clericals) bir şey
bilmediklerini, dahası bilmediklerinin de (cehaletlerinin de) farkında
olmadıklarını savunmuştur. Sokrates;
hakkında açılan davada pişmanlık getirdiğini beyan etmesi halinde bağışlanacağı
söylendiği halde ileri sürdüğü düşüncelerinden vazgeçmemiş ve idama mahkum
edilmiştir. Cezası baldıran otu şerbeti içirilecek (zehirlenerek) infaz
edilmiştir.
İfade
özgürlüğünün olmadığı yerde düşünceler mahkumdur, sesleri kısılmıştır,
serpilemez, ışıtamaz, ısıtamazlar. Mevsim kıştır.
Düşünce ve
düşüncenin ifadesi; dünyamıza hayat veren güneş gibidir. İfade özgürlüğünün
olmadığı her yer karanlıktır, kaygandır, soğuktur ve yaşam durağanlaşmış, ölüme
doğru yelken açmıştır.
Sözün özü;
düşünme ve düşündüğünü ifade etme özgürlüğünün olmadığı toplumlar kendini
yenileyemez, çağdaş gelişmelere uzak kalırlar. Giderek yalnızlaşır ve tarih
sahnesinden çekilirler. Sağlıklı, Ulu Önder Atatürk’ün tanımladığı “fikri ve vicdanı hür nesiller” yetiştirebilmemiz
ancak ifade özgürlüğü ile mümkün olacaktır.
Saygılarımla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder